Geçtiğimiz hafta psikologların paylaşım platformunda, Uzm. Psk. Tarık Solmuş Türkiye’de yapılan bağlanma araştırmalarının sonuçlarını derleyerek bizlerle paylaştı. Veriler, hepimizin kendi ilişkilerini dönüp yeniden değerlendirmesini düşündürecek kadar çarpıcı.
Bu sonuçları sizlerle paylaşmadan önce, bağlanma derken aslında neyi kastettiğimizi biraz açmak isterim: Bağlanma, en temelde insanın bir başkası ile yakınlık kurabilme ve onu sürdürme sürecine verilen isimdir. Doğum öncesinde, anne ve babanın bebeği dünyaya getirme isteğinden kökleri atılan bu süreç dünyaya gelişin ardından bakım veren temel kişiyle (genellikle anne) gelişmeye başlar. Bebekle, bakım veren kişinin arasındaki ilişkinin ilgi, sıcaklık, bakım ve güvenliğine göre de bağlanma biçimi farklı şekillerde gelişebilir.
Eğer, bebeğin ihtiyaçları karşılanıyor, ağlama ve gülme tepkilerine karşılık alabiliyor, sakin, sevecen, güvenli bir yetişkinle iletişim içerisinde ilgi ve samimiyet görüyorsa “güvenli” bağlanma gelişmeye başlar. Bebek böylece, dünya, kendisi ve çevresindekiler ile ilgili olarak olumlu düşüncelere sahip olur. İlerleyen yaşamında da başkaları ile ilişkilerinde, özerk, onay aramayan, yakınlık ve samimiyet kurabilen, ihtiyacı olan desteği belirtirken başkalarına da içtenlikle destek olabilen bir birey haline gelir. Güvenli bağlanan bir birey, uzun süreli ilişkiler kurmakta özenlidir. Kendisine ve karşısındakine saygı ve güveni yüksektir.
Bakım veren kişinin, bebeği büyütmek ve yetiştirmekle ilgili çok endişeli olması, bebekten ayrılmakta güçlük yaşaması, kendini yetersiz hissetmesi sonucunda ise “kaygılı” bağlanma gelişmeye başlar. Kaygılı bağlanan bebekler, annelerinin olmadığı ortamda kalmakta güçlük yaşar, çok ağlar, sakinleşmekte anne geldiği zaman bile zorlanırlar. Sürekli terk edilme korkuları yaşadıkları için, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde, reddedilme kaygısı duyarlar, romantik ilişkilerinde kıskançlık ve güvensizlik gösterirler, kişilerarası ilişkilerde yoğun bir öfke yaşarlar. Eşlerinin ve arkadaşlarının ilgilerini sürekli yetersiz bulur, hep daha fazlasını isterler. İlişkinin bitmesi ihtimali onları o derece endişelendirir ki etraflarındaki kişileri bu sebeple sürekli kontrol etmeye çalışırlar.
Bakım veren kişinin, bebeğin isteklerine duyarsız kalması, daha çok kendi odaklı olması, samimi, içten, sıcak ilişki kurmakta zorluk yaşaması sonucu ise “kaçınan” bağlanma gelişir. Kaçınan bağlanma geliştiren bebekler, annelerinin yokluğunu önemsemiyormuş gibi görünmekle birlikte, anneyle bir araya geldiklerinde öfkeli davranabilir ya da annenin varlığına kayıtsız kalabilirler. Ancak annenin geri gelişine ilgili ve sevecen tepkiler veremezler. Kaçınan bağlanma geliştiren bebekler, ilerleyen yaşlarında duygusal ilişkilere yatırım yapmaktan uzak durmaya çalışabilirler. Başkalarının ilgi ve samimiyetinden rahatsızlık duyabilirler. Desteğe ihtiyaçları olduğunda yalnız kalmayı, başkalarının yardıma ihtiyacı olduğunda uzakta durmayı tercih edebilirler. Dışarıdan, kendi ayakları üzerinde duran, her işini kendi gören kişiler olarak algılanmaları bu hallerini pekiştirse de altında yatan duygu genellikle, yardım isteme halinde gerekli desteği alamayacak ya da reddedilecek olmaktan duyulan korkudur.
Uzm. Psk. Tarık Solmuş’un paylaştığı verilere göre, dünyanın birçok ülkesinde yapılan araştırmaların sonuçları, güvenli bağlanma oranlarını % 65, kaygılı bağlanma oranlarını % 13, kaçınan bağlanma oranlarını ise % 22 olarak göstermektedir. Türkiye’de ise bu oranlar, güvenli bağlanma için % 32, kaygılı bağlanma için % 24, kaçınan bağlanma için % 44 olarak bulunmuştur. Bu fark başlı başına ilişkilerimizle ilgili birçok şey söylüyor. Ancak bunun dışında, bir çarpıcı bulgu daha var: Türkiye’de kaçınan bağlanma oranları açısından kadınlarla erkekler arasında % 12-14’lük bir fark var. Bu fark bize, birilerinin yakın ilişkiler kurmaktan uzaklaşırken, diğerlerinin daha fazla ilgi için direttiğini, yani “kaçan kovalanır” anlayışını ikili ilişkilerimizde sürdürmeyi seçtiğimizi gösteriyor.
Hepsini bir yana bırakacak olursak, tüm bu değerler Türkiye’de her 3 kişiden 2’sinin yakın ilişkiler kurmak ve sürdürmekte zorlukları olduğunu ve bunun da yıllar geçtikçe arttığını gösteriyor. Çünkü bu kişiler anne-baba olup evlatlarını kendi ilişki kalıpları içerisinde büyütmeye çalışıyorlar. Bu kalıplar içerisinde mutsuzluklar, kaygılar, kişilik patolojileri, bağımlılıklar kaçınılmaz hale geliyor.
Her kiminle ilişki kuracak olursak olalım, bütün mesele anne-babamızla kurduğumuz temel ilişkide düğümlenip kalıyor. Bu sebeple anne-baba olmadan önce yapılabilecek en iyi şey, kendi anne babamızla halleşmeyi başarabilmek. Sağlıklı bireyler yetiştirebilmenin yolu ancak ve ancak buradan geçiyor.
Uzm. Psk. Derya Gülterler
Klinik Psikolog