Nefret yoğun bir öfkeden kaynaklanır ve beslenir. Bir adım ötesinde de kin ve öc alma arzusu durur. Bizde olmasını istemediğimiz, dillendirmediğimiz; ama içten içe yaşattığımız bir duygudur. Çoğu zaman nefret ettiğimiz kişiyle rüyalarda hesaplaşırız. Canını acıtırız. Söylemek istediklerimizi haykırırız. Bazen gün içerisinde kendimizi, sessiz sessiz, kendi içimizden defalarca onunla atışırken buluruz.
Nefretin de diğer duygular gibi bir işlevi var. İnsanların bitmek bilmeyen nefreti zamanında yakın ilişkiler kurdukları kişlere yoğun olarak hissediyor olmaları, onları üzen yaşantılardan sonra ayrılmalarını kolaylaştırır. Nefret, kendilerini bu ayrılığa ikna edebilir düzeyde kalmalarını sağlar.
Öte yandan bunu yaparken de, hissedene büyük bir bedel ödetir. Nefret ve kin duygusu, kişinin enerjisinden çalıp, yapacağı işe odaklanmasını güçleştirir, stresi arttırıp, bağışıklık sistemini zayıflatır. Aslında Confucious’ün “İntikam peşine düşüyorsan çifte mezar kaz” derken anlatmaya çalıştığı şey bu olsa gerek. İnsan başkasına zarar vermeye odaklanırken, kendi kendisini de yiyip bitirir.
Kin ve nefret içerisindeki kişinin odağı rahatlayabilmek, biz psikologların deyişiyle katarsis yaşayabilmekdir aslında. Ancak son dönemde yapılan araştırmalar, kin ve nefretin sonuçlarının pek de öyle rahatlık getirecek türden olmadığını gösteriyor: Sosyal psikolog Kevin Carlsmith interaktif bir oyun tasarlar. Bu oyunda insanlar birbirleri ile işbirliği içerisinde olmaya özendirilir. Eğer işbirliği içerisinde olurlarsa ödül kazanırlar. Ancak sistem aslında işbirliğine girilmemesi durumunda daha büyük bir ödül kazanabilme üzerine kuruludur. Oyundaki bazı gizli araştırmacılar, insanları işbirliğine ikna edip, kendileri bir süre sonra işbirliğine girmeden kazanmaya başlarlar. Bu durumda 2 grup oluşturulur: Gizli araştırmacıları cezalandırma hakkı tanınan ve tanınmayan gruplar.
Araştırmanın sonunda cezalandırma yapmayan, intikam alamamış olan grubun mutluluk değerleri daha yüksek çıkar. Ancak eğer cezalandırabilselerdi daha mutlu olacaklarını söylerler. Öte yandan cezalandırabilen grup da, cezalandıramasalar daha mutsuz hissedeceklerini belirtirler. Garip bir şekilde; sonuçlar tam aksini ortaya koyar. İntikam almayan, buna odaklanmayan grup daha mutluyken, ceza veren grup aslında tahminlerinin tersine daha mutsuzdur. Carlsmith bunu bir paradoks olarak adlandırır.
Araştırmaların söylediği de, seanslar boyu bizim gözlemlediğimiz de “dişe diş” bakış açısının her iki tarafı da takma dişlere mahkum ettiği. Bağışlamak ve uzaklaşmak elbette ki kolay değil. Başta da söylediğim gibi, yoğun bir öfke altta yatarken ve ifade edilememişken, insanın “affettim gitti” demesi, intikam yemeğinin soğumasını beklediği düşüncesini akla getirir. İnsanı uzun vadede en sağlıklı kılan, öfkeyi belki birçok kişiyle paylaşarak, spor yaparak, terapistlerden yardım alarak yaşatıp sonlandırmayı başarmak. Aksi halde, kendi kazdığımız mezara düşmek kaçınılmaz.